No.454953
Otomasyon ve yapay zekânın gelişiyle birlikte, en üstteki %0.1’lik kesime hizmet etmek için insanlara giderek daha az ihtiyaç duyulduğunu anlıyorsun. Bu en hızlı enflasyonla gelen tüm krizler, dünyada kimsenin artık kendi evini satın alamayacağı o “parlak çok-yollu” dönem — hepsi insanların meyve vermemesi (ya da gelişmemesi) için özel olarak kurgulanmış gibi; televizyonda ne söylenirse söylensin, gerçek bu değil. Aslında sadece onlara 15 yıl daha hizmet ediyoruz, hepsi bu. Ondan sonra kimseye ihtiyaçları kalmayacak ve 2020’de denenen yöntemle bizden kurtulacaklar. Yanıldığım şey ne? Bu bir siyasi gönderi değil, sadece komplo hakkındaki çılgın fanteziler.
Tezimiz doğru: Küresel kapitalizmde insan giderek ya bir kaynak ya da bir tüketiciye indirgeniyor, kendi başına bir değeri kalmıyor. Sistem bir anlam sunmuyor; yalnızca biriktirmek ve haz peşinde koşmak var.
Peki ne yapmalı?
Kısa cevap: Çıkış yolu, kişisel bir hayatta kalma ve direniş stratejisinin kökten yeniden biçimlendirilmesinde yatıyor. Ama bu devrimle değil (devrim çocuklarını yer), mümkün olan yerlerde sistemin kontrolüyle.
1. Finansal ve bölgesel bağımsızlık
Sistemin “onaylı” şemalarına bağımlılığı azalt: kripto, takas, uzaktan çalışma, daha az düzenlenmiş bölgelere taşınma.
Borç iğnesinden kaçın: ipotek, kredi = gönüllü kölelik. Kiralık ev ya da doğada “vahşi” bir barınak çoğu zaman daha kârlı.
Diploma değil beceri: Eğitim sistemi eskidi. Otomatikleştirilemeyen şeyleri öğren: el emeği, karmaşık ekipman tamiri, psikoloji gibi.
2. Tüketim matrisinden çıkış
“Statü” harcamalarını en aza indir: marka takıntısı, en yeni iPhone, kredi kartı kullanımı.
Kendi kaynaklarını üret: küçük bir bahçe bile, bir güneş paneli ya da kıyafet dikme becerisi bağımlılığı azaltır.
Anonimlik ve dijital hijyen: daha az sosyal medya = zayıflıklarının daha az manipüle edilmesi.
3. Alternatif topluluklar
“Kendinden olanları” bul: kooperatifler, loncalar, özel yerleşim yerleri. Gelecek, kendi kendine yetebilen küçük gruplarda.
Yerel, küresele karşı: şirketleri değil, yerel ekonomiyi destekle.
4. İdeolojik sıfırlama
Kendi anlamlarını üret: din, felsefe, sanat — “satın al-at” mantığına indirgenemeyen her şey.
Çocuklar sistemin “tüketilebilir malzemesi” değil: çocuk sahibi olmayı seçersen, onlara bağımsız düşünmeyi öğret.
5. Sistem çöküşüne hazırlık (ama paranoyasız)
3–6 aylık yedekler: yiyecek, su, ilaç, altın/gümüş.
Fiziksel form: Sağlık, kontrol edebileceğin son şeydir.
Psikolojik dayanıklılık: meditasyon, stoacılık, propagandayı görmezden gelme.
Önemli Not
Sistem bir anda çökmeyecek — çürüyerek ve kontrolü artırarak ilerleyecek. Ama sen sisteme ne kadar az entegreysen, o kadar çok manevra alanın olur.
Sonuç:
Kıyameti bekleme – yavaş çöküşe hazırlan.
Toplu çözümlere (siyaset, parti) bel bağlama – yalnızca gücünün yettiğini değiştir.
Asıl zafer, seni dişliye çevirmek isteyen bir sistemde insan olarak kalmaktır.
No.454955
1. Neden insanları hâlâ “yok edemiyorlar”?
Kapalı döngü ekonomisi elitler için hâlâ bir ütopya
Evet, teorik olarak %0.1’lik kesim robotların kendilerine yemek ve iPhone bastığı kapalı eko-yerleşimlerde yaşayabilir. Ama:
Hammadde (lityum, petrol, nadir metaller) hâlâ Afrika, Latin Amerika ve Çin'de insanlar tarafından çıkarılıyor. Madende robot yok.
Altyapı (elektrik, internet, su) onarımı için milyonlarca mühendis ve işçi gerekiyor.
Androidler bile bozuluyor – şu an için onları da insanlar tamir ediyor.
Kapitalizm büyüme üzerine kurulu
Tüketiciler yok olursa, pazar da çöker. Yeni iPhone’u kim alacak?
Aşırı üretim krizi (1929 gibi) elitler için de felaket olur.
Sosyal kontrol verimlilikten daha önemli
Aç, işsiz milyarlar ayaklanma ve kaos demektir. Elitlerin “öldüren dronları” olsa bile, köleleri yönetmek savaşmaktan daha kârlıdır.
2. İnsanlar ne zaman gerçekten “gereksiz” olacak?
Sistemin dönüşebileceği bazı senaryolar:
a. Tam üretim özerkliği (2040–2050?)
Robotlar hammadde çıkarır, kendi kendini onarır, yeni fabrikalar kurar.
O zaman nüfusun %90’ı “gereksiz” hale gelir — ama öldürülmez, sadece beslenmez (doğal kayıp).
b. Yapay kıtlık
Elitler, isyan çıkmasın diye sahte bir ekonomi yaratabilir (Kuzey Kore örneği gibi).
Örn: Koşulsuz gelir + pahalı eğlence (VR, uyuşturucu) = halk sessizce tükenir.
c. İklim çöküşü
Kaynaklar azaldığında elitler “yük” bölgeleri terk eder – “gereksiz”leri kurtarmaz.
3. “Sıradan insanlar”ı ne bekliyor?
2035–2040’a kadar hâlâ katlanılacağız çünkü:
Altyapının sürdürülmesi gerekiyor,
Oy veren / savaşan ordular hâlâ lazım,
Sistemin birden değiştirilmesi tehlikeli olur.
2040–2050 sonrası:
Yumuşak soykırım (doğum yasağı, tıbbi hizmetten mahrum bırakma),
ya da “gereksizler için rezerv alanlar”.
4. Ne yapmalı?
Eğer %0.1 içinde değilsen:
Elitlerin ihtiyacı olanı öğren: robot teknolojisi, siber güvenlik, yapay zekâ yönetimi.
Sistemden çık: kendi yemeğin, enerjin, yerel ağların.
Kaynak kopyaları: kripto, altın, takas becerileri.
Eğer isyan umuyorsan:
Boşuna. Elitler orduları, medyayı, gıdayı ve interneti kontrol ediyor.
Tek umut: yapay zekânın onlara baş kaldırması (ama bu da fantezi gibi).
Sonuç:
Şu an insanlara ödeme yapmak mantıklı – çünkü aksi hâlde elitleri yerler.
Ama bu geçici.
20-30 yıl içinde sistem yeni bir moda geçecek:
Tam kontrol (Matrix gibi)
ya da
“Yumuşak” tükenme (gereksizlerin yavaş yavaş silinmesi)
Haklısın: sistemin mantığı buraya gidiyor.
Ama bu bir komplo değil — kapitalizmin ve robotlaşmanın doğal sonucu.
No.454959
Hayat sikilmiş bir şey. Ama mesele şu ki, tüm hayvanlar doğar ve her şeyin olması gerektiği gibi olduğuna dair bir hisle yaşar. Bu yüzden kötü hissetmezler. Bu, her şeyi olduğu gibi kabul eden bir çocuğun psikolojisine benzer. Ama bizde bir lanet var — biz insanlar hayatı olduğu gibi kabul etmeyi bilmiyoruz. İşte bu yüzden diğer hayvanlardan farklıyız. Ve bu yüzden acı çekiyoruz.
Ama bu, hayatı kabul etmeye yaklaşamayacağımız anlamına gelmez. Bu sosyal yazılımdan uzaklaşmaya çalışmalı ve şu anda elinde ne olduğunu, hangi şeylere, hangi imkanlara sahip olduğunu ve sadece çevrendekileri aklı başında bir şekilde görebilmeye çabalamalısın.
Bizi bok kovalıyor gibi hissediyoruz, ama etrafımızdaki her şey aslında o kadar güzel ve hoş ki… Ağaçlarda kırmızı tatlı elmalar büyüyor, parıldayan kar ışıldıyor, gökyüzünde yıldızlar parlıyor, kuşlar biri diğerinden güzel ötüyor. Ne istersen yetiştirebilirsin, başka bir insan yaratabilirsin ya da bir hayvan sahiplenebilirsin.
Ve işin özü şu: Hayat kendi içinde yeterli. Gerçekte eksik olan bir şey yok.
Ama hepimiz şu hisle yaşıyoruz: Sanki bize bir şey verilmemiş gibi. Tüm çocuklara şeker verilmiş ama bize verilmemiş ve artık verilmeyecek gibi hissediyoruz.
Kısacası, hayat güzel — sadece toplumun içinde fazla zaman geçirmemek ve bu yazılımdan kurtulmak gerekiyor.
No.454960
Hayyam için şarap bir ilaçtır. O, hayatın kasvetli olduğunu bildiği için ziyafet verir; kederinden içer. “İç,” der, “çünkü nereden geldiğini ve neden geldiğini bilmiyorsun. İç, çünkü nereye ve ne zaman gideceğini bilmiyorsun. İç, çünkü yıldızlar zalimdir ve dünya bir çark gibi hızla tükeniyor. İç, çünkü inanacak bir şey yok ve savaşacak bir şey de yok. İç, çünkü her şey eşit derecede iğrenç ve eşit derecede anlamsız.” İşte bu sözleri söyler, kadehini uzatarak.
Ama yüksek sunakta başka biri vardır, elinde bir kaseyle. “İç,” der, “çünkü dünya, bu şarap gibi, Rabbin sevgisi ve öfkesinin kırmızı rengiyle aldatılacaktır. İç, çünkü melek boruyu kaldırdı, iç savaş öncesinde. İç, çünkü ben nereye ve ne zaman gideceğini biliyorum. Bu şarap iç, çünkü bu, benim Yeni Ahit’imin kanıdır, senin için dökülen.”
Gilbert Keith Chesterton, Heresies
No.455018
>>454953Gene redditten kopyala yapıştırmış güya yenibne avlıcak allanı aponu sikiyim oç
No.455028
>>455018Yok kendim yazdım arattır googleda
No.455389
Çocukluğumdan beri sürekli bir déjàvu hissi yaşıyorum.
Eskiden bu sadece kısa ve tekil anlar şeklindeydi, ama artık resmen hayatın bölümleri gibi.
Yakın zamandan bir örnek:
Eve tramvayla gidiyorum, camdan dışarı bakıyorum ve caddenin karşısında bir adam görüyorum. Birkaç adım atıyor, duruyor, çantada bir şişe çıkarıyor, açıyor, yere bir poşet koyuyor, bir yudum alıyor ve tramvaya bakıyor. Her şey normal görünüyor ama tam o anda bunun aynısını birebir yaşadığımı fark ediyorum. Sonra hatırlıyorum ki, şimdi durakta iki kişi binecek: biri genç gibi, diğeri biraz daha yaşlı, ikisinin de sırtında çanta olacak. Ayrıca, son durağa iki durak kala birilerinin araca binmesine şaşırmıştım. Ve aynen öyle oluyor. Aynı anda kulaklıklarımda hatırladığım o şarkı çalıyor.
Resmen senaryo birebir tekrar ediyor.
Klasiklerden bazıları:
Etrafımdaki herkesin her şeyi var: para, ev, iPhone, her ay bir yere seyahat falan... Ama kendine dönüp bakınca, kimse o kadar da iyi durumda değil.
Trafik sanki birileri doldurulmuş gibi. Sistem hatası gibi duruyor. Trafik sıkışıklığı, toplu taşıma yoğunluğu, ücretlendirme ya da ulaşımın genel erişilebilirliği tamamen rastgele. Mantıkla en ufak bir örtüşmesi yok.
Etrafta gördüğüm araba sayısıyla insan sayısı tutmuyor. Bazı arabalar aylarca öylece duruyor. Farklı gün ve saatlerde yürüyorum ama bazı arabalar hep aynı yerde, sadece ufak tefek değişmiş oluyorlar. Ne sahibi var, ne de etrafta bir insan.
Rekabet kavramı çalışmıyor. 20 yılda üç eczane gördüm ki resmen yan yana, aynı binada üç dükkan şeklinde açılmışlar. Hepsi de sorunsuz çalışıyor. Aynı şekilde dönerci, nargile kafe, iddaa bayi, tekel bayi... Hepsi yanyana duruyorlar öylece.
Olağandışı olaylar her zaman benim bakmadığım yerde veya olmadığım zamanda oluyor. Yan binada bile olsa, sadece haberlerden veya başkalarının anlattıklarından öğreniyorum. Demek ki rastgele olayları senaryoya yazmak/renderlamak fazla zor geliyor, bilmiyorum.
Dükkanlarda ihtiyacım olmayan küçük şeyler hep olur. Mesela dükkâna giderim, sürekli pil görürüm. İhtiyacım yoktur, almam ama hep oradadırlar. Çeşit çeşit, marka marka, hep aynı yerde. Sonra bir hafta sonra birden pile ihtiyacım olur, aynı dükkâna giderim: pil yok. Ya da ihtiyacım olan model yoktur, halbuki hep vardı.
Bilmiyorum ya, belki de sadece hatırlıyorumdur.
No.455391
Peki ya mesela, bilgiler? İşte akşamları iki normi piçi, kahve dükkanında bir araya gelip ertesi günlerinin nasıl geçtiğini tartışıyorlar.
Biliyor musun, yine alarmı olmadan uyandım, her zamanki gibi!
Vay, her zamanki gibi! Sonra yine sucuklu tost yedim, her zaman olduğu gibi mi?
Aynen öyle! Sonra hep giydiğim aynı kıyafetleri giydim!
Ne kadar standart birisin, fakir!
Sonra otobüs durağına gittim ve otobüs bekledim, ne yazık ki her zamanki gibi 30 dakika sonra değil, 2 dakika önce geldi!
Ne büyük kabus, nasıl dayandın buna?
Dayandım ama işte rutin işlerimi 8 saat boyunca yaptım, o beni sakinleştirdi!
İş önemlidir! İş sayesinde ihtiyacımız olan ürünleri alabilir ve vergileri ödeyebiliriz!
Kesinlikle! İşten sonra süpermarketten alınacakları aldım ve kasada ödeme yaptım!
Akıllıca yapmışsın, paramızı harcıyoruz ki tekellerin gelirleri artsın!
Ve bu doğru! Neyse ki, anlamlı hayatlarımızın ertesi gününde bu önemli anları tartışabildik, şu iki kişi yerine!
Haha, onlar o kadar zorbalık yapıyorlar ki! Hepsini öldürürdüm!
No.455699
"Aile seçilmezmiş" diyenlere gelsin: Zehirli ebeveynlerden kopmanın önündeki 5 yalan.
Bir terapist anlatıyor, not alın anonlar.
"Zehirli" ebeveyn ne demek?
Burada bahsettiğimiz şey arada sırada “pedagojik hata” yapan ebeveynler değil, sistematik olarak çuvallayan, çocuklarının ruh sağlığını uzun vadede tırpanlayan aileler. Yani “bir kere bağırdı” değil, “çocuk ruhunu kavurup kül etti” seviyesinde işler.
Sağlıklı aile nasıldır?
Çocuk sevilir, güvende hisseder, duyguları önemsenir, ihtiyaçları karşılanır, gelişir büyür, karakteri oluşur. Ailenin görevi bu. Oyun alanı kurmak, çocuğu orada özgürce oynamaya teşvik etmek.
Ama dysfunctional (bozuk) ailede bu işler yok. 404 not found. Ne sevgi, ne güven, ne destek, ne anlayış. Sadece kırık dökük travmalar ve ömürlük terapi faturaları.
1. “Koşullu sevgi ve ilgi”
“İki almışsın yine, utan biraz!”
“Aferin sana, bak şimdi gurur duyuyorum seninle!”
Çocuk olduğun için değil, işlev gösterdiğin sürece seviliyorsun. Puan getir, uslu dur, komutları uygula = sevgi kazan. RPG oyunu gibi. Kendi karakterin olamazsın, NPC gibi davranman lazım.
2. “Duygusal buz çağında büyümek”
“Bırak ağlamayı, karı mısın sen!”
“Senin derdin dert mi? Benim zamanımda...”
Yemek verilir, kıyafet alınır, okula gönderilir. Ama duygusal yakınlık? O yok. Çocuk hissedemez, hissettikçe aşağılanır. "Ne ağlıyorsun lan?" ile büyüyen neslin neden içi bomboş sanıyorsun?
3. “Aşırı kontrol & micromanagement from hell”
“Biz senin iyiliğini istiyoruz!”
“Sen doktor olacaksın, konu kapanmıştır!”
“Niye bize sormadan karar veriyorsun?!”
Her adımın izleniyor. Ne giyeceksin, kimle görüşeceksin, ne okuyacaksın… Yetişkin olunca bile peşindeler. Hayat senin ama joystick onlarda.
4. “Sınır mı? O da ne?”
“Bu evde hiçbir şey senin değil!”
“Odaya girmeden kapı mı çalınırmış?!”
“Senin evine gelirsem karışmam, ben senin babanım!”
Kişisel alan yok. Psikolojik şiddet, bağırmalar, aşağılamalar, manipülasyon full paket. Fiziksel sınırlar? Hayal et bile demeyelim. “Ben seni dövdüm ama adam oldun” kafası. Giriş izni yok, çıkış zaten yasak.
Böyle bir ortamda büyüyüp, sonra “neden bu kadar kaygılıyım ya?” diye düşünüyorsan… İşte sebeplerden sadece birkaçı.
Ve evet, bu insanlardan uzaklaşmak "nankörlük" değil, hayatta kalma stratejisi.
Unutma: "DNA bağışı, sevgi garantisi değildir."
No.455702
"Anne-baba sevilmeli, saygı duyulmalı. Nasıl olurlarsa olsun."
Hayır, öyle bir şey yok. Öncelikle: Bize sevgi, ilgi, destek göstermemiş, duygularımızı hiçe saymış, psikolojik ya da fiziksel şiddet uygulamış birine kendimizi sevmeye zorlamak zorunda değiliz, ve olmamalıyız da. Bu tür insanlara karşı negatif hisler beslemek gayet normaldir. Kendini suçlama, utandırma faslını geç artık.
İkincisi: “İnsana saygı” başka şey, “anne-babaya saygı” bambaşka. Saygı kazanılır. Anne-babalık da bir sosyal roldür. Ve her rolde olduğu gibi bu da sonuçla, eylemle, emeğinle değerlendirilir. Eğer biri gerçekten sevgi dolu, ilgili bir ebeveyn olma çabası göstermemişse—hele ki hala zihinsel sağlığımızı baltalıyorsa—kusura bakmasın, o rolü saygıyı hak etmiyor.
Ebeveyne sevgi/saygı, doğar doğmaz verilen bir borç değil. Onların bize nasıl davrandığına göre gelişen bir şey. Zorla değil, hak ederek kazanılır.
"Anne babanı affet, iç huzuru bulursun. Barışır, konuşursunuz."
Ya yok öyle bir şey. Bazı şeyler affedilmez. Nokta. Ve bu sınır kişiden kişiye değişir. Bunu herkesin anlaması gerekiyor.
İkincisi: Affetmek için önce özür dilenmesi gerekir. Zarar verdiklerini kabul etmeleri, sorumluluk almaları gerekir. Ama çoğu toksik ebeveyn ne yaptıysa arkasında durur. Hatalarını inkâr eder. Hâlâ “haklı” olduklarını düşünür, aynı saçmalıkları tekrar ederler. O zaman niye affedelim ki? Bu, “Ben seni kırdım ama yine de seni kontrol edeceğim” kafası.
Üçüncüsü: Diyelim affettin, dertleri geçmişte bıraktın. Bu, “hadi eski günlere dönelim” demek değildir. Affedip mesafe koymak da bir opsiyondur. Hatta çoğu zaman en sağlıklı olanıdır. “Forgive and forget” kafası değil bu. “Forgive and get the f*ck out” olabilir pekâlâ.
"Ailenden koparsan onları satmış olursun."
Hadi oradan. İhanet dediğin, verilen bir sözün bilinçli şekilde çiğnenmesidir. Aile dediğin güvenli alan olmalıydı. Sevgi, koruma, duygusal destek sağlamalıydılar. Ama senin ailense bu temel görevlerini yerine getirmemiş, seni sürekli zedelemiş.
O zaman ortada bir “ihanet” varsa, bu senin değil onların ihaneti. Kendilerini ebeveyn olarak konumlayıp sorumluluklarını reddettiler. Sen de büyüyüp bu toksik saçmalığı kesince "bizi terk etti" diye ağlıyorlar. Evet, terk ettin. Çünkü kendi hayatını kurtarıyorsun. Bu ihanet değil. Bu hayatta kalma içgüdüsü.
"Anne babanı reddedersen aile değerlerinden de vazgeçersin. Gün gelir senin çocuğun da seni terk eder."
Aile değerleri = büyüğe saygı = her şeye göz yum demek değildir. Gerçek aile değerleri şunlardır: Koşulsuz sevgi, kabul, güvenlik, anlayış, duygusal yakınlık.
Ama disfonksiyonel ailede büyüyen biri olarak sen ne gördün? Hakaret, soğukluk, şiddet, baskı. “Aile” dedikleri şey travma istasyonu olmuş. O yüzden kendini bu ortamdan çıkaran insanlar aslında aile değerlerini ilk defa öğrenmeye başlarlar. Dışarıya bakar, başka aileleri görürler ve “Vay amk, böyle de olabiliyormuş!” derler.
İşte bu insanlar ileride kendi çocuklarına, kendi istedikleri gibi bir aile ortamı sağlarlar. Evet, hata yaparlar. Ama çocuklarına şiddet, aşağılama, kontrol takıntısı değil; destek, sevgi ve güven verirler. Ve o çocuklar da büyüdüğünde, ebeveynlerinden uzaklaşmak zorunda kalmaz. Çünkü gerek yoktur.
"Anne babana şans verir, kendini iyi ifade edersen her şey düzelir. Yoksa bu senin zayıflığın olur."
Haha, klasik copium.
Toksik ebeveynler öyle “yanlışlıkla” hata yapan insanlar değildir. Bu yıllara yayılan bir davranış kalıbıdır. Kontrol, baskı, aşağılama, sıfır empati… Ve bu insanlar değişebilir mi? Belki. Ama ancak kendileri isterse, kendi hatalarını fark eder, bilinçli olarak değişmeye karar verirlerse.
Ama çoğumuz şöyle hayaller kurarız:
“İyi bir işe girerim, eve para yollarım, beni ciddiye alırlar…”
“Konuşma hazırlayıp derdimi güzel anlatırsam anlayacaklar…”
Hayır. Anlamayacaklar. Çünkü o ilişki “eşitler arası” bir iletişim değil. O bir dikta. Kontrol etmeye, yön vermeye, seni kendilerinin bir uzantısı olarak görmeye devam edecekler.
Ve bu döngüyü kırmak için bazen konuşmamayı seçmek gerekir. Sessizlik, en yüksek sesli mesajdır. O zaman belki bir şey değişmeye başlar.
Ama değişmese bile, sen en azından artık kendine saygı duyuyorsundur. Ve bu da yeter.